24 Aralık 2009 Perşembe

tartışma, dinleme midir? anlatma mıdır? sentezleme midir?

akşamları iş çıkışı buluşmak ve dostlarla sohpet etmek. ... Günün en keyifli sayılabilecek bazı anlarından biridir. bu sohpetler saolsun, bize malzeme çıkıyor da iki satır birşeyler karalayabiliyoruz.

dün akşamki enteresan konulardan biri tartışma ve bunun ne için yapılması gerektiği üzerineydi. herhangi bir konu üzerine tartışırken amacımız ne olmalı?

yaklaşımları şöyle özetlemeye çalışayım: tartışırken amaç iyi bildiğimiz bir konu hakkında yanımızdakileri ikna etmek olabilir. Tartışırken eğer konu hakkında hiçbir fikrimiz yoksa ikna olmak ve karşıt fikirleri toplayıp özümsemek; ya da eğer konu hakkında farklı fikirler varsa ikna olmaya da hazır bir biçimde konuyu sentezlemek olabilir.

dün akşam bir konu görüşürken ilginç bir yöntem denedik. bir konu görüşecektik. ancak konuyu doğrudan görüşmek yerine konunun birebir bir alegorisini ortaya attık. bu bence harika bir tartışma yöntemi. tartışanların bir kısmı aslında ne hakkında tartışıldığını bilmeyecek ve alegori hakkında tartışıldığını varsayarak konuşunca, ön yargısız ve yaratıcı fikirler çıkıyor. tavsiye ederim.

şöyle sonuçlara vardık: tartışmak aslında kendi fikrini sunmak için olduğu kadar başka bir fikri de dinlemek için büyük bir fırsattır. Ayrıca kişiler fikirlerini paket olarak sunarlar ama fikirler aslında lego gibi. Bazı parçaları çıkarıp ekleyerek, farklı legolardan sentezleyerek daha mükemmel bir kale yapılabilir. Ayrıca tartışırken fikirlerin mi kaynaştığı yoksa kişilerin mi çarpıştığı, tartışmanın kalitesi ve üretkenliğinin asıl belirleyicisi.

17 Aralık 2009 Perşembe

beklentiler çok ama bedeli de ödenmeli.

yeni yıl yaklaşırken çok moda olan birşey de kişinin yeni yıla dair beklentilerini ve yeni yılda yapacaklarını düşünmesi ve kararlaştırmasıdır. bazılarımız listeler yapar, kimi sigarayı bırakır binbir türlü kararlar alınır. ancak kendimde de kimi yıllar gördüğüm üzere bu kararların ömrü genelde 15 gündür. :)

hepimizin hayata dair beklentileri vardır. bazı şeyleri daha iyi yapabiliyor olmak isteriz. hayatımızın daha güzel olacağını düşünürüz. peki eksik olan nedir? bence bedel ödemek.
eşyanın tabiyatı gereği bir değişime uğraması için değişimin büyüklüğüne paralel bir enerjinin sarfedilmesi gereklidir. örneğin rejime girmek isteyen, istediği gibi görünebilmek için iradesiyle gireceği mücadele de bir enerji sarf etmeli ve kendi alışkanlıklarını yeniden düzenleme konusunda bir bedel ödemelidir.
bir kurumun, bir derneğin üyesi olmak isteriz. bu prestijli bir derneğin de olabilir veya bir spor klübünün de. bazen böyle bünyelere girmek zordur bazense parayı basıp gireriz. ancak bir kısmımız bu üyelikleri heba ederiz. 12 ay spora üye olur sadece ilk 1 buçuk ay gideriz. aradığını bulabileceğine emin olduğun şeyi istemek te önemli...

biriyle beraber olmanın, sevilmenin, birilerine gıcık olmanın bile bedeli var. hayatta bişeyleri hepimiz istiyoruz ama çok azımız istediğinin bedeli olarak bişeylerden yoksun kalmayı veya ciddi bir miktar çaba sarfetmeyi göze alabiliyoruz.

dolayısıyla yeni yılda zamanımı, istediklerimi listelemek yerine, bu istediklerimi gerçekleştirecek gücü ve fedakarlığı kendi içimde bulabilmeye harcama kararı aldım:)

10 Aralık 2009 Perşembe

yaşarken ölünüz...

çok sevdiğim yazarlarımızdan ahmet ümit'in bab-ı esrar kitabını okuyordum.kitapta bilge bir sufinin kitabın kahramanı ingiliz bayanla paylaştığı hikaye çok güzel, üzerine düşünmeye çok değer. teşekkürler ahmet ümit:))

metni yazardan alıntı olmaması için kendi aklımda kaldığı kadarıyla paylaşıcam.

zamanın birinde seyid isimli biri dostlarından biriyle çadırında oturup söyleşirken hizmetkarı içeri girmiş ve sel felaketinde kırk devesinin kaybolduğunu söylemiş. hiçbir tepki vermeyen seyid "hamdolsun" demiş ve sohpetine kaldığı yerden devam etmiş. üzerinden bir süre geçtikten sonra hizmetkar yeniden huzuruna girip kırk keçisinin doğurduğunu müjdelemiş. hiç istifini bozmadan yeniden "hamdolsun" demiş ve lafa kaldığı yerden devam etmiş.
bunun üzerine misafiri, ona önce bir felaket haberinde üzülmemesinin sonrasında da harika bir müjde alınca sevinmemesinin sebebini sormuş.
seyid yanıtlamış: "kötü haber geldiğinde gönlüme baktım bir üzüntü, kararış var mı diye ve olmadığını görünce hamdolsun dedim. iyi haber geldiğinde de yüreğime baktım, bir coşku, bir sevinç var mı diye ve olmadığını görünce hamdolsun dedim. bu dünyada mal, mülk gelip geçer ama yüreğin bir kez karar dı mı veya kabardı mı, eski haline getiremezsin"

bu hikayeyi okuduktan sonra kendi yüreğime baktım, ve yüreğimi bir şekle şemale sokmak gerektiğini düşündüm:))

3 Aralık 2009 Perşembe

korkuyom korkuyom:)

herkese sık sık oluyor mudur bilmiyorum ama bahsedeceğim durum ara ara benim başıma gelir. hayatımıza bazen yeni bir fikir girer veya çok iyi bildiğiniz bir olgu, sanki kendisini hatırlatmak istercesine önünüze çıkıverir. sonra bu fikir sanki hayatımıza tesadüfen değil de bilinçli olarak girdiğini ispatlamaya çalışırcasına birkaç gün içinde farklı farklı kişiler ve olayların içinden bize gülümser. ve biz her o konuyu yeni konuştuğumuz kişiye şaşkın bir gülümsemeyle: "daha biz de tam dün bununla ilgili konuşmuştuk falancayla..." diye anlatırız.

bu hafta etrafıma sürekli dolaşan konu: korku.

çok sevdiğim kişinin:) zaman zaman günlük faaliyetleriyle ilgili çekincelerini sevimli sevimli benle paylaşmalarını sıklıkla yaşarım. ve bu kervana zaman zaman ben de katılırım. "aceba falanca işim rast gider mi? ya ürünüm bozuk çıkarsa, ödeme alamazsak vs.vs."

geçen gün takip etmeye başladığım bir blog da, "gelin yeniye yer açalım" başlıklı bir sunum izledim. çok güzeldi, tavsiye de ediyim (sufi-saja.blogspot.com). ana fikri geleceğin bize olumsuzluklar getireceğinden korkarak etrafımızda sakladığımız lüzumsuz şeyleri birilerine vermekti. geleceğin bize daha iyisini getireceğine güvenmek, aynı zamanda böyle bir geleceğe de çağrı niteliği taşıyor.

bir başka arkadaşımla beyoğlu'nda söyleşirken, konunun içinde bir de baktım korku yine. geçtiğimiz aylarda yaşanan ekonomik KRİZ!! ve etrafımızda hatta kendimizde bile gördüğümüz, sadece bu krizin beraberinde getirdiği korkulardan dolayı yaşanan kayıplar veya kaçırılan fırsatlar.

ben de korkuya bu hafta bana ne hatırlatmak istediğini anladığımı belirtmek istiyorum, bu sebeple yazıyorum. korku, benim anladığım ve arasıra kendime hatırlattığım kadarıyla olumsuz enerjinin en saf hali. hani meşhur star wars ta da dediği gibi: "korku bizi öfkeye, öfke nefrete ve netretse bizi ıstıraba götürür." hayatımızda, karşımıza bize yetecek ve hatta bizim ihtiyacımız olan kadar fırsat çıkacak, bizi olgunlaştıracak kadar acı ve sıkıntı çekeceğiz ve hepsinden tadıp ta zıplayacağız bir başka diyara. böyle bakınca, ne için olursa olsun endişelenmek anlamsız geliyor. ama bazı günler gel de bunu yazanın kendisine anlat, durumu yaşanıyor:))

1 Aralık 2009 Salı

çevremizdeki doğayla ilişkilerimiz

geçtiğimiz bayram sırasında gittiğimiz tatilde bir çok keyifli sohbetler ettik.
kaldığımız otel biraz da kozmopolit ziyaretçileri ağırladığı için bazı muhabbetlerim
yabancı turistlerle oldu.

bir sabah kahvaltı sırasında bir turist çiftle başladığım basma kalıp muhabbetin içinden çok ta hoş bir bakış açısı edindim. bahse konu çifti selamlayıp ülkemizi beğenip beğenmediklerini sordum. çok beğenmişlerdi. ben de birkaç başka sorudan sonra kurban kesimi görüp görmediklerini merak ettim. evet görmüşlerdi. "peki bu size nasıl geldi?" dediğimde hiç te beklemediğim bir cevap aldım.

bu yabancı bayan diğer yabancıların çoğunluğunun tersine kurban kesimine çok farklı bir ritüel olarak bakıyordu. ayrıca kurbanı sadece dini bir ritüel olarak görmüyor ve herkesin yaşaması gereken bir farkındalık olarak yorumladı. hergün önümüze gelen, mesela bifteğin, bize aslında nasıl da sıradan geldiğini bana hatırlattı. yemeğimiz önümüzde son halini alana kadar bir başka canlının biz o keyfe varalım diye herşeyinin elinden alındığını sıklıkla unuttuğumuzu hatırlattı. canlılarla aramızdaki kopukluğu ve tabağımızdaki yemeğin sırtımızdaki ceketin aslında bir başka canlının canı, kanı olduğunu; bu ritüelle daha da iyi anlamalıyız. günümüzde hayvanların canının alındığı bu süreçten biz modern insanlar neredeyse steril yaşıyoruz. elbetteki kurban kesmek sırasında ortaya çıkan görüntü üzücü ama hergün yüksek rakkamlarda hayvanın kesiminden tamamen bihaber gibi yaşamak ta biraz duyarsız bence.

etrafımızdaki bizden yaratılış olarak daha basit veya savunmasız olan canlılara(bu insan olur, veya hayvan olur) saygı gösterebiliyorsak, tabiatın her yanından biz daha iyi yaşayalım diye feda edilenlere müteşekkir olabiliyorsak ve tabiatın insan tarafından kullanımının lüzumsuz, zalim ve aşırı olanına tepki duyabiliyorsak; belki de daha iyi insanlar olma yolunda ilerliyoruzdur.