23 Şubat 2010 Salı

Tanrı derdinizi arttırsın

bi sabah uyanırsınız, bir de bakmışsınızki.
çok zaman geçmiş aradan, ve kabınızı hayatla doldurmakta
bir arpa boyu yol alamamışsınız.

geçtiğimiz dönemde denizlere açıldım, uzun süren bir deniz yolculuğunda çok limana uğradım, bazen gemi de değiştirdim. duraklardan birinde durup bir mektup atayım dedim evdeki sevdiklerime. her limanda farklı kişiler sevdim, bazılarıyla aynı gemide seyahat ettik, ediyoruz ve elbetteki en gerçek aşkım, her zaman benimle beraber, kalbimdeydi.

neler öğrendim?; hesap-kitap, harita-rota, yaratıcılık-mücadele.... bir geminin nasıl yüzdürülmesi gerektiğine dair sonsuz bilgi var denizde. bikaç şey de ben gördüm. Kimi zaman karaya çıktığımızda, ne çorak topraklarda yetişen, fidanlar gördüm, kimi zaman en verimli toprakta en dev bir ağacın bir damla suya hasret olduğu için can çekiştiğini.

ve sonra tekrar bindim gemiye, başka başka kaptanların gemisinde yüzdüm, dalgalar fırtınalarla boğuştuk, bir parça rüzgarın olmadığı günlerde, amaçsızca günlerce oturup kaldığımız oldu. kendi kendime sordum, bir kaptan için en güzeli nedir?, gideceği yere varmak mı? yoksa gemiyi yüzdürmek midir?...

ne fidanı hayatta tutan, verimli toprak ; ne de rüzgarsız havada mahsur kalmış kaptanı ayakta tutan, gideceği yere varma azmi.
sonunda baktımki aslında bilmediğim yeni hiçbirşey öğrenmemişim...
fidan suya, kaptan da gemisine... asırlık ağaç olmanın, filo sahibi olmanın aslında çok ta önemi yok. meğerse mesele :),tüm yollar çıkmaza girip, dertler başımıza da üşüşse; rüzgar esip bizi varacağımız limana da götürse, kıymet verdiğimiz kişilere bağlı kalabilmekmiş.

dervişler dermişki, "Tanrı derdini arttırsın.."

2 Şubat 2010 Salı

mutlu bir gelecek sizin elinizde:)

dün bankadan geldiler. öncesinde içilen çay, ve edilen sohpetler; ardından asıl mevzuya geldik:) emeklilik fonu. bundan 6 yıl evvel aynı bankadaki müşteri temsilcimiz yoğun ricalarla, hatta emrivaki, mümkün olan en küçük mebladan bana bir emeklilik fonu başlatmıştı. o gün bugündür kredi kartından otomatik olarak çekilen mebla birikecek ve söylentiye göre katlana katlana artacaktı:) yıllardır hiç bakmamıştım bile, ve bana "yatırım miktarlarını arttırmam" için geldiklerini söylediklerinde şöyle bir bakiyim dedim. yıllar yılı çekile çekile henüz büyük paralar olmamış ama biraz birikmiş. Üstelik yanına da bir tablo koymuşlar. 2036 senesinde emekli olduğumda bugünün parasının alımgücüne denk gelen bir 90.000tl olacakmış. Vay bee:)

yarım saatlik konuşmanın sonucunda ağzımdan girdiler burnumdan çıktılar ve sonunda pes ettim, benim geleceğimin daha iyi bir gelecek olması için istedikleri fazlalığı onlara verdim, allahaısmarladık deyip gittiler. ama mesele o değil, mesele.

hayatta 2036 senesi için mi yaşamalıyım, 1986 senesinin mi hayalini kurmalıyım yoksa 2010u içime mi çekmeliyim doya doya. Ya da hepsinin birden zihnimizi kurcalamasına izin mi vermeliyiz?

geleceği planlamak hoş birşey aslında. 3 ay sonra yapılacak bir seyahati, 1-2 yıl sonra yapılacak bir düğünü, 10 yıl sonra ödemesi bitecek bir ev almayı, 40-50 yıl sonra sevdiklerine arkanda birşeyler bırakmayı, planlamak çok güzel ve olumlu. Şu bankalar biraz da bugünümü harika geçirtecek tekliflerle gelseler ya:))))) işte onun için pek gelmezler ayağımıza, ya da bugünümüzü gün etmemize yardım etmeye gelenleri biz farketmeyiz bazen.

yaşam akıp giderken, zaman denen şeyin farklı anlarına odaklanmak veya odağı genişletip tepeden bakmak ve bunların arasındaki geçişi sağlamak pek meşakatli bir iş. Şuna dikkat ediyorumki, insan tanıdık gelen bir kötü durumu (veya ideal olmayan durumu); aşina olmadığı, iyi veya kötü olmadığı bilinmeyen bir duruma tercih edebiliyor. hayatımızın var gibi gözükse de bizim lehimize çalışan bir otomatik pilotu yok. mutlu olmak için gerekeni yapmak, doğru yapmak, az deneme de yapmak tamamen bize kalıyor.

26 Ocak 2010 Salı

karların arasından el sallayan çocuk.

dün gece saat 1:00 de havaalanından evime döndüğümde, yapabileceğim iki şey vardı. bunlardan ilki rey'e yarın araba çıkarma arabasız git işine diyip mışıl mışıl yatıp uyumaktı. ama diğer seçeneği seçtim.

iki kova kaynar su, bir spatül, eldivenlerim ve şapkamla asansörün yolunu tuttum.
gece bembeyaz ve bir o kadar sessizdi. kediler bile ortalıkta dolanmıyor. sessiz dediysem sessizliğin de bir sesi vardır. vurdum kendimi arabanın tamamını kaplamış 30santim kalınlığında kara. üstüm başım kar ve soğuğa bulandıkça daha da keyifle eşelemeye başladım karları.

dün gece karların arasında tek başıma geçirdiğim 20 dk beni tam 25 sene geriye; karların dizime kadar değil belime kadar geldiği, ve tek meselenin karların içinde uzanmak ve yuvarlanmak olduğu zamana götürdü. ne kadar da güzel dertlerimiz varmış o zamanlar. ve doğal olarak ne kadar değişmeyeceğini düşündüğüm kendim, evrime uğramışım. mesele ne kadar da değişmiş, dallanmış budaklanmış. ama tek meselesi karların içinde oynamak olan çocuğun hala orda olduğunu gördüğümde içim ısındı. onu kaybettiğimizi sanırız çoğu zaman ama o tüm saflığıyla ordan gülümsüyor bize her seferinde, yarım saat onunla oynadıktan sonra hoşakal diyor, bir daha ki kar yağışında görüşmek üzere. yukarı çıktığımda söylenmeye başlamıştım bile; leş gibi kara bulaştım, her tarafım sırılsıklam oldu...

4 Ocak 2010 Pazartesi

kendimizi affetmeliyiz, ama suya sabuna dokunarak:)

geriye doğru baktığımda eskilerde kalmış hatalar görüyorum zaman zaman. öyle çok büyük hatalar değil tanrıya şükür:) ufak tefek, ama hatırlayınca pişmanlık çektiren cinsten. bunların bazısı doğrudan, katıksız kendi hatam; bazansa bana karşı yapılan bir hataya aşırı tepki vererek yapılmış hatalar. ama öyle de böyle de hata işte.

ancak dünyayı gezip gördükçe bazı olgulara hayranlığım artıyor; yaptığı hataları samimiyetle ve tüm sorumluluğuyla taşımaya çalışan, çabalayan kişileri ve toplumları gördükçe, kendimi de dönüştürme vaktimin geldiğini farkediyorum.

yaşadığımız her tatsızlığa sayısız bahaneler yaratarak suçu dünyaya atabiliriz ya da her ne kadar etrafımız sorumlu gibi de gözükse, kendimize yoktan bile olsa bir sorumluluk yaratabilir ve sebep olduğumuz tatsızlıktan kendimize bir ders çıkarabiliriz.

geri dönüp her hatamızı düzeltmeye, her kırdığımız gönlü onarmaya da çalışmak lazım ama bazı durumlarda bu mümkün olmayabilir. ancak en azından dünyadan özür dileyip kendi kendimizi affetmek, ilerisi için daha yapıcı biri olamaya çalışmak ve tabi her mümkün olduğu durumda da eskiden kırdığımız bir ufak parçayı yerine koymak, yapabileceklerimiz arasında. bi de kendi kendimizi affetmek zorunda kaldığımız durumlarda dünyanın da bizi affedeceğini ummalıyız:))