20 Temmuz 2009 Pazartesi

"şehir"in esiriyiz.

şehirde doğmuş büyümüş gençleriz, ama bizim doğduğumuz şehir bugün yaşadığımız şehir de değildi. pendik ve tuzlanın anadolunun, güneşlinin ise trakyanın uzak beldeleri olduğu bir şehirde doğduk. küçükken sokakta oynardık. evet babalarımız gibi oyuncağımızı kendimiz yapıp ağaçlara çıkmazdık ama sokakla bahçeyle iletişimimiz iyi kötü vardı. bugün "şehir"de yaşıyoruz ve modern yaşamın demokrasilerinde özgür insanlar olduğumuzu zannediyoruz.

evet seçme ve seçilme hakkı elimizde ama "seçeneklere" de biz mi karar veriyoruz aceba??

çok farkında hayat yaşayan azınlık tafyadan bahsetmiyorum elbette;
ama genelimiz işimizin nerde olacağına ve ne olacağına dahi tamamen özgür irademizle ile karar veremiyoruz. daha keyifli olacağını düşündüğümüz daha az maaşlı bir işe değil, en iyi maddi koşulları bulabildiğimiz işe giriyor ve o işin kurallarına uymayı seçiyoruz. çoğu sabah aynı saatte kalkıp aynı yerlere gidiyor, benzer işleri yapıyoruz. ama fight club gibi filmleri de çok seviyoruz.
sosyal yaşamımız bile zaman zaman bu eksende ilerleyebiliyor.

yaz gelince "şehir"den tatil emri çıkıyor. kimimiz tatilköylerine veya gelişmiş tatil beldelerine gidiyoruz. bazılarımız da egenin akdenizin daha bakir koylarına.

geçen hafta selimiye isimli marmarisin yakınlarında bir koydaydım. tabiki öncesinde de çeşmeye uğradık:)) böyle diyarlardaki basit hayatı gördüğümde acayip ikilem hislerle doluyorum. selimiye yeni inşaat yapmanın pek te kolay olmadığı!, eski köy evleriyle dolu yemyeşil mis gibi bir yer. yaz aylarında, az miktarı karayolu daha fazlası da yelkenlileriyle turistler geliyor, eğlenmekten ziyade dinlenmek amaçlı. bölge insanı da bu vesile ile geçimini sağlıyor.

bana anlatıldığı kadarıyla, oranın ilkokul çocukları bahar aylarında okuldan deniz kıyısındaki pansiyon olarak işletilen evlerine gelir, önlüğü deniz kıyısında çıkarıp ödev niyetine denize girermiş. yani tatil emri beklemiyorlar kimseden. kendi canları ister istemez tatile başlıyorlar. belki de tek beklentileri de bu zaten, maddesel tutkuların kölesi değiller. şehirdeki gösterişli evleri arabaları ıvırı zıvırı görmedikleri için talep te etmemişler.

denizin, güneşin, yeşilin ve hayallerinin tadını çıkarıyorlar. ayrıca gerçek zenginliklere aslında buranın insanı sahip. balı bal, zeytini zeytin, bademi badem; bunlara benzeyen yaldızlı cam kavanozlardaki suretlerini tüketmiyorlar. yumurtalar da organik niye çünkü tavuklar organik:) bahçede otlayan allahın tavuğu bunlar.

seçimlerimizi kendimiz yapabildiğimiz masalıyla kandırılıyor olabilir miyiz?
evet seçimlerimize biz hükmediyoruz belki ama tutkularımıza kim hükmediyor?

3 yorum:

  1. Malesef "şehir"in VEYA modern hayatın VEYA tüketim kültürün veya veya veya... esiriyiz gerçekten. Hayatımız bir tren yolcuğu gibi: cuf cuf cuf puffffff cuf cuf cuf puffffff, git git git durrr git git git durrr. 1 bilemedin 2 haftalık tatil hayaliyle geçirilen koca yıllar.
    Aslında Selimiye'de bile öyle belki de. etrafıma bakınıyordum. güneş tepede tarlada çalışan Selimiyeli köylüler, pazarda bir örtü satmak için tüm kararsızlığımıza hoşgörüyle tahammül eden pazarcı, leziz bir sofranın başında oturup "bak ama dokuma" misali müşterilerine servis için koşuşturan, temizlikle ilgilenen pansiyoncular, sahilde kaldırıma bir masa atıp sabahtan gece yarılarına kadar başında durup yaptıkları takıları satmaya çalışan çift... Onlar da 'kış gelse de "tatil" yapsak' diye içlerinden geçiriyorlardır mutlaka.
    Tatil de neymiş, trenin puffff anları. Bu ritme kapılmayabilseydik, bulunduğumuz yerin, sahip olduğumuz işin, birlikte olduğumuz insanların ve en önemlisi kendimizin keyfine doyasıya varabilseydik, tatil kavramı lugatımızdan silinebilir miydi acaba? cuuuuppuuuucuuupuuuuu gibi bir yolculuk, (çocukların denizde yüzme anlamında yaptıkları ses gibi, çocuksu ve doğal:) ) işi mekanikleştiren f sesi yok.
    Aslında "şehir"den ziyade kendi "şehirli yanımız", gerçek özgürlüğümüzü bizden çalan. Bir türlü doymayan, hep daha fazlasını, daha farklısını isteyen arsız yanımız. Hep bir boşluk bir eksiklik içindeyiz. Buna tahammülümüz sıfır ve onu doldurmak için hayat boyu didinip duruyoruz. Akıl almaz bir koşuşturmaca. Nereye yetişiyoruz, neyi yetiştiriyoruz, neden Kendimizi ve zamanımızı bu denli dolduruyoruz?? Oysa çok sevdiğim ve saydığım bir iş arkadaşımın hatırlattığı gibi "bir kabı kap yapan içindeki boşluktur". Bunu idrak etmek gerçekten zor. Dolayısıyla bize küçüklüğümüzden beri işaret edilen arzu hedeflerinin peşinde koşuşturup duruyoruz hayat boyu, kendi gerçek arzularımızı keşfetmeyi ihmal ederek tabiki. Bizi buna "şehir" mi esir ediyor, içimizdeki şehrliliğe bağımlı taraf mı, içimize kurulmuş gecekondulaşmış ve hakimiyet bayrağını dikip dalgalandıran şehir mi, farketmiyor heralde.... RB

    YanıtlaSil
  2. iki birbirini seven insana, evli olan ve mutlu olan insanlara sesleniyorum (uzerinize alinin!)... o halde hadi gelin tasinalim..
    koye gidelim farkli isteklerimiz, farkli hayat tarzimiz olsun... daha az para kazanlim ama daha mutlu ve daha rahat ve daha az stresli ortamda yasayalim.. hem biz cocuk olalim hem cocuklarimiz bu hayati guzel yasasinlar... :)

    YanıtlaSil
  3. Ne diyeceğimi bilemiyorum gerçekten... ben böyle yazmaya, tasvir etmeye, ifade etmeye yetenekli arkadaşlarımın olduğunun farkına bile varmamışım. Bu da şehirli olmaktan kaynaklanıyor olabilir mi acaba? Peki ya şehirli olmasak ne olurdu? anlattığınız Selimiye'nin güzellikleri güzellik gibi gelir miydi acaba bize? :)

    YanıtlaSil