10 Aralık 2009 Perşembe

yaşarken ölünüz...

çok sevdiğim yazarlarımızdan ahmet ümit'in bab-ı esrar kitabını okuyordum.kitapta bilge bir sufinin kitabın kahramanı ingiliz bayanla paylaştığı hikaye çok güzel, üzerine düşünmeye çok değer. teşekkürler ahmet ümit:))

metni yazardan alıntı olmaması için kendi aklımda kaldığı kadarıyla paylaşıcam.

zamanın birinde seyid isimli biri dostlarından biriyle çadırında oturup söyleşirken hizmetkarı içeri girmiş ve sel felaketinde kırk devesinin kaybolduğunu söylemiş. hiçbir tepki vermeyen seyid "hamdolsun" demiş ve sohpetine kaldığı yerden devam etmiş. üzerinden bir süre geçtikten sonra hizmetkar yeniden huzuruna girip kırk keçisinin doğurduğunu müjdelemiş. hiç istifini bozmadan yeniden "hamdolsun" demiş ve lafa kaldığı yerden devam etmiş.
bunun üzerine misafiri, ona önce bir felaket haberinde üzülmemesinin sonrasında da harika bir müjde alınca sevinmemesinin sebebini sormuş.
seyid yanıtlamış: "kötü haber geldiğinde gönlüme baktım bir üzüntü, kararış var mı diye ve olmadığını görünce hamdolsun dedim. iyi haber geldiğinde de yüreğime baktım, bir coşku, bir sevinç var mı diye ve olmadığını görünce hamdolsun dedim. bu dünyada mal, mülk gelip geçer ama yüreğin bir kez karar dı mı veya kabardı mı, eski haline getiremezsin"

bu hikayeyi okuduktan sonra kendi yüreğime baktım, ve yüreğimi bir şekle şemale sokmak gerektiğini düşündüm:))

1 yorum:

  1. Çok hoş hikaye. Ama böyle bilge olabilmenin bedeli illa hissizleşmek mi olmalı? Ya da bu "yaşarken ölmek"in getirdiği, şu an taahül edemediğimiz ayrı boyutta bir his mi var acaba??

    YanıtlaSil